Kategoriler
matbuat

AK Parti ve Gelecek İttifakı

Gelecek Partisi, bundan beş sene evvel kurulduğundaki hissiyatımı hatırlıyorum. Ahmet Davutoğlu’nun geçtiğimiz günlerde Konya’da bir basın toplantısında yaptığı açıklamalarla karşılaştığımda aynı o zamanki efkârıma büründüm. Gelecek Partisi kuruluşundaki Türkiye siyasetine dair kanaatlerim bir kez daha gözlerimin önüne geldi.

O günlerde, Ahmet DavutoğluAK Parti’den ihraç edildikten sonraki süreçte kendisi ve çevresindeki az sayıda insanla birlikte bir karar vermiş ve yeni bir siyasi parti kurmuştu. Türkiye’nin şehirlerini gezerek Gelecek Partisi’nin teşkilat çalışmalarına katkı veriyor, taşradaki yerel siyasetin nabzını yokluyor ve siyasal ahlâktan söz ederek AK Parti’nin yozlaşmasına ve keyfiliğine karşı siyasal ahlâktan söz ediyordu.

Yine, Gelecek Partisi’nin sosyal medyadan yayınladığı, hatırladığım kadarıyla “kalpten kalbe mektup” isimli mektup Ahmet Davutoğlu’nun samimiyetle kendi seçmenine ve AK Parti seçmenini de içine alan geniş kitlelere yönelik yazılmış bir metindi. Özellikle bu mektubu yazılış şekli ve muhtevası bakımından çok önemsediğimiifade etmek isterim.

Gelecek Partisi’nin kuruluş zamanındaki hissiyatımla devam edeyim: Yeni bir parti kurulmuştu ve sürüsüne bereket siyasal parti kurulan Türkiye’de Gelecek Partisi’nin kendisini nasıl ayrıştıracağı, nitelikli ve liyâkatlı bir siyaset geliştireceği bir muammaydı.

Gelecek’in kuruluşunu takip eden ilk aylarda, Ahmet Davutoğlu’nun siyaseti AK Parti seçmenine de hitap edecek şekilde yapması gerektiğini düşünüyordum. Çünkü yeni kurulan bir parti olarak iktidar alternatifi olabilmek ancak bu şekilde mümkündü. AK Parti seçmeni ile Ahmet Davutoğlu ve partisinin siyasal ve uhrevi inanç ve anlayışları birbirleriyle benzerlik gösteren sosyolojik bir vakıaydı.

Kaldı ki Ahmet Davutoğlu liderliğinde kurulan Gelecek’in hitap ettiği kitle ile AK Parti’ye oy verenler arasında keskin bir ayrım da yoktu. Ahmet Davutoğlu, AK Parti’den ihraç edilmişti ancak AK Parti seçmeninin gönüllerinden silinmemişti.

Ben bu düşünceleri taşırken, bunun yerine ne oldu? O günlerde, hatırlarsınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AK Parti-MHP’nin baş aktörü olduğu Cumhur İttifakı’na karşı Millet İttifakı olarak muhalefetin çok büyük bir çoğunluğu bir araya gelmişti. Altılı masa toplantıları düzenleniyor, akıbeti belirsiz taslak metinler yazılıyor, muhalefet liderlerince imzalar atılıyordu. Bu toplantılar neticesinde ne gibi kazanımlar olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu.

Tabi, o günkü siyasal atmosfer içerisinde Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi’nin AK Parti ile ittifakı söz konusu bile değildi. Hatta, 2023’teki son genel seçimlerde Gelecek Partisi kadroları CHP listelerinden aday olarak CHP ittifakıyla seçimlere girerek seçildiler. Yani, Gelecek Partisi, CHP ile yakınlaşarak handiyse AK Parti’ye karşıt olarak siyaseten kendisini konumlandırmıştı.

Bense, o yıllarda, siyaset bilimi tedrisatımla, duygusal yaklaşımdan ziyade hem ilkesel olarak hem de fizibilite açısından bu ülkenin yararına olacağı bir fikrinpeşindeydim: Gelecek Partisi, AK Parti’yle ittifak yapmalı ve Ahmet Davutoğlu Gelecek Partisi’nin genel başkanlığı görevinin ötesinde yeniden siyasette iktidar olarak yer bulabilmeliydi. Hatta, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra Cumhurbaşkanlığı sisteminin riyasetini alabilirdi.

Yine, AK Parti ve Gelecek ittifakında, kafa tasçı olmayan gerçek Türk milliyetçilerinin ve hürriyetperver olduklarından liberal sanılan ancak ‘liberallik’ yaftasını hak etmeyen özgürlükçü ve fikir hürriyetini savunan kimselerin de bu ittifak çatısı altında yer almasıgerektiğini fikrini taşıyordum.

Davutoğlu liderliğinde Türkiye siyasetinin geleceğinde kitleleri tatmin edecek ve çoğunluğunun orta sınıfıoluşturduğu insanlarla duygusal bir rabıta kurabilecek yeni bir sosyolojik ihtiyaç olduğunu düşünüyordum. Sadece kitleleri içine alan toplumsal beklentileri karşılamak için değil; aynı zamanda, AK Parti ve Gelecek ittifakıyla siyasetin ve birtakım siyasetçilerin köhneleşmiş yanlarından sıyrılarak, siyaseti donanımlı ve liyâkatlı insanlarla yeni bir çehreye büründürmek için. Çünkü siyasette amiral gemisi nasılsa siyasal kadrolar da bu minval üzere şekilleniyor.

Bugün, şimdilerde, AK Parti ve Gelecek ittifakı ne kadar mümkün, bilmiyorum. Bence siyasal hırs ve ihtiraslardan sıyrılarak böylesi bir ittifak mümkün; bu ülkenin hayrına ve menfaatinedir. Ahmet Davutoğlu da AK Parti’ye karşı duygu ve düşüncelerini böylelikle ifade etmiş oldu. Daha şimdiden, bu yazı baskıya ulaşmadan; TV’lerde, gazetelerde ve sosyal medyada altılı masa süreçlerinden sonra Ahmet Davutoğlu AK Parti’ye ilişkin söyledikleriyle tenkit ediliyor.

Gelecek Partisi ve AK Parti arasında alenen yahut gönüllerde kurulacak bir ittifakın Türkiye’deki siyasi istikrar, huzur ve güven ortamı cihetinden de önemli olduğunu siyaset bilimi perspektifi açısından da değerlendiriyorum.

Diyeceksiniz ki böylelikle AK Parti ve Gelecek ittifakıylaTürkiye siyasetinde neler değişecek? Siyaset insanlarımıza ne gibi yeni vaatler sağlayabilecek?

Türkiye’de şimdilik yakın gelecekte bir seçim yok. Erken bir seçim olur mu ya da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden adaylığı söz konusu olur mu; bunlar henüz cevabını bilemediğimiz sorular. Ancak Gelecek Partisi’nin AK Parti seçmeni ve AK Parti’nin yozlaşmamış siyasi kadrolarıyla kuracağı bir ittifak, Türkiye siyasetinin Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrası şimdilik bir muamma olan geleceği için bir yumuşak geçiş (soft transition) olabilir ve bu sayede Türkiye’de istikrarın, huzurun, demokratik hakların, fikir hürriyetinin ve insan haklarının teminatı olacak bir siyasal zemin oluşabilir.

Her şeye rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanriyaseti, siyaseti ve ekonomik kalkınmayı iyi yönetiyor. Fakat yılların neticesinde ortaya çıkan bir durağanlık siyaset retoriği açısından mevcut. AK Parti ve Gelecek ittifakı olabilir mi? Türkiye’nin geleceği ihtiraslardan sıyrılmış bambaşka bir vizyonla yeniden şekillendirilebilir mi? Türkiye’deki siyasal ve sosyolojik bir gerçeklikle 20 yılı aşkın süredir iktidar olmayı başarabilen AK Parti iktidarı benzer siyasal ve sosyolojik bir tabanla Gelecek Partisi’nin politikalarıyla kendini yeniden var edebilir mi? Hep beraber ömrümüz olursa gelecek günlerde göreceğiz.

Kategoriler
matbuat

Türkiye Siyasetinden Suriye’ye Bakmak

Türkiye’de siyaset, eski çalkantılı dönemlerinin aksine bir süredir kendine bir muvazene kazanmış vaziyette. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi siyasetin istikrar kazanması ve hizmet odaklı çalışabilmesi açısından önemli bir basamak oldu.

Bu ülkede yaşayan insanlar olarak siyasetin kazandığı bu muvazene Türkiyelilik üst kimliği çatısını benimseyen herkesi memnun etmeli.

Buna mukabil, Türkiye’de siyaset retoriği 2000’ler öncesine kıyasla daha tatsız tutsuz. İkinci milenyum çağından önce siyasi tartışmaların bugüne kıyasla çok daha ‘renkli’ ve ‘entelektüel’ olduğu bir siyasal münazara söz konusuydu. Tabi, Türkiye’nin çok daha farklı olumsuz mânâda uğraşmak durumunda kaldığı meseleler vardı. İstikrar yoktu. Siyasal polemikler, özgürlüklerin kısıtlanması ve insan hakları ihlalleri Türkiye ekonomisinde de güvensizlik var ediyordu.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Tayyip Erdoğan uzun yıllardır devam ettirdiği siyaseti Türkiye’de bir istikrar ortamını tesis etti. Siyaset kurumu bir yandan ‘siyasette insan kalitesi’ ve ‘siyasal tartışmalar’ cihetinden daha durağanlaşırken; öte yandan da Türkiye’de yatırım ve üretim yapma, askeri savunma teknolojileri geliştirme ve ekonomi kötüye gitse dahi insanların hayat kalitelerini düzeltme imkânı vücut buldu. Tabi, siyasal tartışmaların olmadığı bir istikrar ortamı tek başına refah ve kalkınma için yeterli değil.

Bugün, 2024 yılının son günlerinden geriye doğru bakınca, elbette siyasette tartışmaların olduğunu ancak bu siyasal polemiklerin ve söylemlerin meseleleri ileriye taşıyacak müspet bir kalibrede olmadığını görüyorum. Siyasal tartışma ve polemikler siyasetçilerin birbirleriyle TBMM’de kavga etmesi ya da birbirlerine hakaret etmesi değil.

2000’li yıllardan sonra siyasette heyecan oluşturabilecek siyasal retorikçoğunlukla Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirildi. Bu mânâda, zekâ ve şiirsel bir formasyon içeren bir başka siyasal söylem CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in konuşmalarında da aralıklarla tezahür ediyor.

Türkiye’de siyasetten bahsederken Ortadoğu’da ne olup bittiğinden bağımsız kalamayız. Ortadoğu’nun hâli ortada ve bizim huzurla güven içinde yaşayabilmek için yalnızca tek bir vatanımız var.

Ortadoğu’da bitmeyen savaşlar ve emperyal politikalarla istikrarsızlaştırılmaya çalışılan ülkelerin vaziyeti ortada. Katilliğinden gocunmayan devlet İsrail’in Gazze’de insanları kadın çocuk ayrımı yapmaksızın nasıl fütursuzca öldürdüğünü ajanslardan takip etmekle yetiniyoruz.

Son olarak, geçtiğimiz hafta, Suriye’de Esad rejimi son bularak yönetim Suriyeli muhaliflere geçti. Esad ve ailesinden geriye sürdürdükleri lüks hayatın izleri ve hapishanelerde işkence ettikleri ve öldürdükleri insanların görüntüleri kaldı.

Hatırlıyorum, 2011 yılında üniversitedeydim ve Mısır’da ‘Arap Baharı’ protestolarıyla Hüsnü Mübarek devrilmişti. Sonraki seçimlerde ise Müslüman Kardeşler çoğunluğu kazanmış ve Muhammed Mursi başa gelmişti. Çok geçmedi, birkaç yıl sonra 2012 ve 2013 yıllarında Mısır ordusu askeri bir müdahale ile yönetime el koydu. Muhammed Mursi gözaltına alındı ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi oldu.

Arap Baharı ve Mısır’da Müslüman Kardeşler ile Mursi’nin iktidara gelmesi, her ne kadar birçok kimselere göre insan haklarının ve özgürlüğün bir nişanesi olarak kabul edilse de bazılarına göre, Ortadoğu’da Amerikan yanlısı bir politika olarak görünüyordu ve çeşitli itirazlara neden oluyordu. Nihayetinde, Muhammed Mursi liderliğindeki Müslüman Kardeşler iktidarı kalıcı olmadı ve Mısır’da bugün de hâlen göreve devam eden Sisi Cumhurbaşkanı oldu.

Bunları şu sebeple anlatıyorum: Üniversitede iken Tunus’ta başlayan ve Mısır’la devam eden bu Arap devrimlerinin son durağının Suriye olacağı ve olması gerektiği algısı Ortadoğu siyasetiyle ilgilenen ve Ortadoğu’da demokrasi, istikrar ve barış isteyenlerin arasındaki yaygın kanaatti.Gelgelelim, o yıllarda Ortadoğu’da ardı sıra devrimler olurken Suriye’de Esad rejimi çok kuvvetli görünüyor, Rusya’nın da desteğine sahip olduğu için yıkılması olanaksız kabul ediliyor ve hatta Suriye’de Esad rejimi Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun istikrarı için gerekli görülüyordu.

Yakın zamana kadar Türkiye’de de bazı kimseler Esad’ın Suriye’de istikrar sağlayabileceğine yönelik görüşler mevcuttu. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esad’la ilişkisi bozulmuş olsa da Erdoğan bölgenin istikrarı ve Türkiye’nin sınır güvenliği açısından Esad’a bir çağrı yaptı ancak karşılık bulamadı. Nihayetinde, Suriye’de Esad rejimi son bularak Suriye’de yeni bir dönem açıldı. Yaklaşık 10 sene önce imkânsız görünen bir vakıa bugün gerçek oldu.

Suriye’deki devrimi Arap baharıyla başlayan silsilenin bir parçası olarak mı görmeliyiz? Suriye’de benim de müspet bulduğum ve insan hakları ihlallerinin son bulması açısından desteklediğim önemli bir devrim olduğunu söyleyebiliriz ancak Esad’ın Rusya’ya sığınmacı olarak gittiğini de göz önünde bulundurursak; Suriye’de muhaliflerin askeri başarısı Amerikan yahut İsrail menfaatine yarayacak bir devrim midir?

Böyle diyenler ve bölgede terör örgütleriyle istikrarsızlaştırmaya çalışanlar muhakkak olacaktır. Böylesi bir Amerika ve İsrail taşeronluğuna fırsat vermeden Suriye yeni yol haritasını çizmelidir. Gerek Suriyeliler açısından gerek Türkiye’den baktığımızda insanlık, demokrasi, özgürlükler ve insan haysiyetine yaraşır bir hayat sürebilmek açısından Türkiye’nin de desteklediği muhaliflerce gerçekleştirilen, 10 sene önce imkânsız görünen bir devrimin Suriye’de gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Suriye’de beklenmeyen ve ne denli kalıcı olabileceği şimdilik muamma olan bir devrim gerçekleşti. Peki, şimdi, bundan sonra ne olacak?

Birçoklarının, Ahmet Davutoğlu’nu eleştirmek için dile getirdiği ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 5 Eylül 2012’de ifade ettiği, “Şam’da Emevî Camii’nde Namaz Kılacağız” sözü artık mümkün değilse, nedir? Daha 10 sene önce Rusya’nın desteğini arkasına alan Suriye rejiminin yıkılması imkânsız görünürken, bugün, Türkiye’nin ve bölgedeki Müslümanların geldiği nokta açısından tarihi günlere şahitlik ettiğimiz aşikâr.

Ve bu yazının yazıldığı sıralarda İbrahim KalınŞam Emevî Camii’ne giderek namaz kıldığını ajanslardan öğreniyoruz. Ertesi gün de Esad’ın ardından Şam Emevî Camii’nde ilk Cuma namazı kılındı ve Türk bayrakları asıldı.

Tabi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basiretini ve Dışişleri Bakanlığı yaptığı zamandan beri Ortadoğu’daki halkların kardeşliğini ve Ortadoğu’da barışı savunan ilk ve nadir kişilerden olan Ahmet Davutoğlu’nun beynelmilel politikalarla ilgili tavrını takdir etmek gerekiyor. Yine, Ortadoğu siyasetinde Erdoğan ve Davutoğlu’nun yaklaşımlarını benimseyen ve Türkiye’nin birçok beynelmilel siyasetinde beraber teşrikimesai yaptıkları İbrahim Kalın’ı ve Hakan Fidan’ı da Suriye’nin ve Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde Türkiye’nin tavrını belirleyen önemli isimler olarak zikretmek icap ediyor.

Kategoriler
matbuat

Ahmet Davutoğlu İktidara Alternatif Olabilir mi?

Neden Ahmet Davutoğlu’nu yazıyorum? Bunun hususi bir sebebi olmalı. Siyasetin ve siyasetçilerin maziye kıyasla yozlaştığı milenyum çağında Ahmet Davutoğlu siyasi ahlâkını ve omurgalı duruşunu muhafaza edebilen nadir siyasetçilerden.

Her yaklaşımına ve fikrine katılmıyorum elbette ancak Davutoğlu’nu bilhassa da dış politika konularında eleştirenlerin son derece haksız olduğu ve kuyruk acısıyla düşmanlık ettiği fikrindeyim.

Bu tarz yaklaşımlarda bulunanların eleştiri getirmekten çok hasmane hareket ettiğini söylemek zor olmasa gerek. Çünkü Ahmet Davutoğlu iktidar muhalefet fark etmeksizin günümüz siyaset zeminindeki yozlaşmayı benimsemiyor. Türkiye’ye ahlâklı ve fedakârlık gerektiren bir siyaset teklif ediyor. Birtakım kimseler Ahmet Davutoğlu’na yaklaşımlarında sınıfsal, pozisyonel ve dinsel cihetten bir husumet ve kabızlık içinde. Elbet, Davutoğlu’nun dört dörtlük olduğunu iddia ederek bunu söylemiyoruz.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun iktidara alternatif olması ve kadrolarını hükümete getirmesi şüphesiz ki sokaktaki vatandaşların teveccühüne bağlı. Bu anlamda, Gelecek ve Saadet Partilerinin bir araya gelmesini ve ortak grup kurmasını hem ilkesel anlamda hem de güçleri birleştirme açısından çok değerli ve kıymetli buluyorum.

CHP hâlen tüm çabalarına rağmen gerçek bir iktidar alternatifi olabilmiş değil. Ne kadar mesafe katedilmiş olursa olsun CHP toplumun her kesimiyle hakiki ve samimi bir şekilde kucaklaşamıyor. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş cumhurbaşkanlığı için sivrilen siyasetçilerden ancak vatandaşın nazarında yeterli ‘güvenirliğe’ ve ‘ehliyete’ sahip değiller.

Siyaset son zamanlarda çokça popüler olduğu şekilde ‘reklam ajanslarının stratejilerine’ sıkıştırılmamalı. Özellikle İstanbul’da Ekrem İmamoğlu kendini ‘reklam ajanslarına’ teslim etmiş vaziyette. İYİ Parti ve kısmen Ak Parti de aynı şekilde. Türkiye’de siyasetin 90’lı yıllardaki retoriğine dönmesinin iktiza ettiği kanaatindeyim. Bunu menfi anlamda söylemiyorum çünkü 90’lı yıllar Türkiye’nin sıkıntılı ve zor zamanlarıydı. Ancak 90’lı yıllarda siyaset retoriği entelektüel açıdan daha mümbit ve zekiceydi. 90’lar Türkiye’si bu kadar ayrışmamıştı ve daha geniş bir toplumsal mutabakat mümkündü. O günlerde siyaset yapan aktörlerin kullanabileceği ve büyük paralar akıtabileceği reklam ajansları bu yaygınlıkta elbette yoktu. Bu sebeple, Türkiye’de siyasetin ve siyasetçilerin tanıtımının ve siyasal politika geliştirmenin 90’larda olduğu gibi parti içi inhouse stratejisiyle yapılmasını gerektiğini düşünüyorum. Ruhsuz reklamlar yapılacağına amatör işlerle hazırlanmış reklamlar efdaldir. Siyaset yaparken amatörlük daha kıymetlidir.

‘Reklamcılık’ şiiri öldürür. Şiirin olmadığı yerde de siyaset olmaz. Reklam tabii ki bir gerekliliktir ancak ‘reklam’ işinde ‘inanmışlık’ ve ‘samimiyet’ lazımdır. Reklamcılığa karşı değilim ancak siyasette ‘profesyonel reklamcılık’ siyasetin amacını inhiraf ettirir.

Türkiye’de bugün siyasetçiler arasında Ahmet Davutoğlu’ndan daha samimi ve fedakâr bir iktidar alternatifi yok. Gelgelelim, Gelecek Partisi kadroları yarın seçim olsa ve iktidara gelseler ‘işi kotarabilecek’bir genişlikte, çeşitlilikte ve kalifikasyonda değil. Elbette bu kritiğimden müstesna olan istisnalar var ancak özellikle nitelik ve popülerlik açısından Gelecek Partisi’nin kadrolarını güçlendirmesinin icap ettiğini açık yüreklilikle ve samimiyetle söylemem gerekiyor.

Aslına bakılırsa, siyaset muhalefet olarak da yapılabilir. Doğru dürüst ve ahlâklı siyaset yapmak muhalefette de mümkün. Fakat Türkiye gibi ‘gücün egemenliğinin’ olduğu bir ülkede bunun meşakkatli olduğunu biliyorum. Ancak siyaseti muhalefet olarak yapma iradesi gösterebilmenin mümkün ve ilkesel anlâmda önemli olduğunu düşünenlerdenim.

Siyasal partiler muhalefet olarak iktidarın eksiklerini eleştirmenin ötesinde kısıtlı imkânlarla ve kreatif fikirlerle halka hizmet götürebilir düşüncesindeyim. Muhalefette olmak demek Türkiye gibi bir ülkede ‘iktidarda değilseniz hiçbir hizmet yapamıyorsunuz’ gerekçesinin arkasına saklanmak olmamalıdır.

Ancak bu tabii ki bambaşka bir vizyon ve perspektif gerektirir. Küçük ama hakiki mânâda özgün ve kaliteli bir siyaset ortaya koyabilen ‘butik parti’ modeli benimsenebilir.

‘Butik Parti’ kavramını siyaset bilimi teorisi açısından ortaya atıyorum. Küçük bir entelektüel çekirdeğe sahip ve nitelikli politika geliştirmeyi düstur edinen bir parti yapısı. Ancak iktidara oynarken catch all partiler kadar da toplumun farklı kesimlerine seslenebilen ve milletle kucaklaşabilen bir model. DEVA Partisi kurulduğunda bende bir nebze ‘butik parti’ intibası uyandırmıştı ancak DEVA’nın kadrolarının ‘milletle kucaklaşması’zayıf. Zaten, DEVA da ‘butik parti’ stratejisini daha sonradan devam ettiremedi.

Ahmet Davutoğlu, ‘butik parti’ gibi benimsenebilecek bir stratejik model ortaya koyarak iktidar alternatifi olabilir. Kendini ‘reklam ajanslarına’ teslim etmeden nitelikli bir siyaset üretilebilir ve bunların tanıtımı yine kendi imkânlarıyla samimiyetle milletle kucaklaşarak gerçekleştirebilir.

Bugün, Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’yle iktidar alternatifi olabilmesi ne kadar mümkün elbet tartışılır. Ancak siyasette iktidar olabilmek biraz da ‘hükümet olmaktan’ ziyade muhalefette dahi olsa halka götürdüğü hizmetlerle, fikirleriyle ve geliştirdiği siyasetle iktidar olabilmektir. MHP lideri Devlet Bahçeli muhalefette iktidar olabilmenin en başarılı örneği. Ancak bizim kastettiğimiz muhalefetin geliştirdiği siyaset biçemiyle alâkalı. Bahçeli’nin muhalefetteyken partisine kazandırdığı kritik rolden ve öneminden daha farklı. Gelecek Partisi gibi muhalefet partileri için ilm-i siyasetle, fikirleriyle, geliştirdiği siyasetle ve henüz muhalefette iken halka götürdüğü hizmetlerle iktidar olabilmenin başka yolları da mümkün olabilir.

Muhalefet iken dahi dikkat çekecek, insanları siyaseten heyecanlandıracak, umut olacak bir siyâset-i mülk geliştirilebilir. Böyle bir vizyon ve nosyon iradesini, mevcut şartlarda ne kadar zor görünürse görünsün siyasal ahlâkla Türkiye’de ancak Ahmet Davutoğlu başarabilir kanaatindeyim. Eğer Türkiye’de siyaset kurumunun şartları olgunlaşırsa sadece muhalefet olarak değil, – ne kadar muhtemel bilmiyorum ancak hükümet olarak da Ahmet Davutoğlu’nun iktidar olması sürpriz olmaz.Yine de siyaseti muhalefet olarak yapmanın iktidar olarak siyaset yapmaktan kanaatimizce daha kıymetli olduğunu belirtmek isterim. Tayyip Erdoğan bugün siyaseti muhalefet olarak yapsaydı bambaşka siyaset yolları izlerdi. Siyasette muhalefet yapmanın ‘sıra dışı’ ve ‘orijinal’ yollarının bulunmasının Türkiye siyasetinin geleceği için fevkalade hayati bir önemde olduğunu hatırlatalım.