Kategoriler
matbuat

Zamanın Anlamsallığı

“Zamanın yapraklarından karlar yağıyor.”

Bazan biri gelir, bizi bize götürür. Zamanlar arasılıktan başka bir şeydir karşılaştığımız. Zamanın anlâmsallığına dair çok derinlerden gelen yazılacak uzun uzadıya sözcükler olduğunu hissederiz. Tamamlamak isteriz zamanın anlamına – tam kelimesiyle anlamsallığına dair hissettiğimiz cümleleri. Öyle cümle kelimeler vardır ki içimizde, arkasında devasa bir kavram imparatorluğu olduğunu hissettirir.

Meramımızı alenen izah etmeye çalışarak zamanın sırrına yaklaşmak isteriz. Yazarken bir yandan da sözcüklerimiz mütereddit kalarak…

Zaman, anlâmın bizatihi kendisidir. Daha doğru ifadeyle, zaman anlâmsallık içinde muhtemel alanlarını mütemadiyen genişletir. Namütenahi bir anlam spektrumu içinde yine namütenahi bir zaman genleşmesidir, zaman ve anlâm arasındaki tuhaf hikâye. Zaman ilerledikçe, aktıkça, anlâm da bize yeni imkânlar, yeni anlâmsallıklar açar.

İnsan olmaktan ve yaşıyor olmaktan süregelen bir zamanın akışı içerisindeyizdir. Zamanın akışının da kıymetini bilmeli. Yaşıyor olmak zamanımızın akmasına kâfi değildir çoğu zaman. Yine de büyük insanlık cemiyeti olarak ister hüsran içinde olalım, istersek de nisyan içinde olalım; zamanın muhatabı olarak hayatımızı anlâmlandıracak anlâmsallıklar peşinde iz süreriz.

Anlâmsız görünen yığının içinde de bir büyük anlâm vardır çoğu zaman. Muhakkak anlâmlı bir parçanın absürd bir gölgesidir, sıradan görünen hayatların içinde olup biten… Belki de anlâm umulmadık yerde olandır; kuytu köşelerden, umumun orta yerinde görünmeyenlerden neşet eder.

Aynı (görünen) zamanı bambaşka yaşarız, hepimiz…

Anlâm, zamanın anlâmsallığının da ötesindedir. Belki de… Kim bilir…

Kategoriler
matbuat

Zamanın Anlâmsallığı

‘Zamanın yapraklarından karlar yağıyor.’


Bazan biri gelir, bizi bize götürür. Zamanlar arasılıktan başka bir şeydir karşılaştığımız. Zamanın anlâmsallığına dair çok derinlerden gelen yazılacak uzun uzadıya sözcükler olduğunu hissederiz. Tamamlamak isteriz zamanın anlâmını, – tam kelimesiyle zamanın anlâmsallığına dair hissettiğimiz cümleleri. Öyle cümle ve kelimeler vardır ki içimizde, arkasında devasa bir kavram imparatorluğu olduğunu hissettirir.
Merâmımızı alenen izah etmeye çalışarak zamanın sırrına yaklaşmak isteriz. Sanki yazdıkça zamanın sırlı aynasından bize hikmetler ve yepyeni anlâm dünyaları dökülecekmiş gibidir. Yazarken bir yandan da sözcüklerimiz mütereddit kalarak…
Zaman, anlâmın bizatihi kendisidir. Daha doğru ifadeyle, zaman, anlâmsallık içinde muhtemel alanlarını mütemadiyen genişletir. Namütenahi bir anlâm spektrumu içinde yine namütenahi bir zaman genleşmesidir, zaman ve anlâm arasındaki tuhaf hikâye. Zaman ilerledikçe ve aktıkça, anlâm da bize yeni imkânlar, yeni anlâmsallıklar ve yeni düşünme biçimleri açar. Bu yönüyle, zaman ve anlâm birbirinden ayrılamaz.
İnsan olmaktan ve yaşıyor olmaktan süregelen bir zamanın akışı içerisindeyizdir. Zamanın akışının da kıymetini bilmeli. Yaşıyor olmak zamanımızın akmasına çoğu zaman kâfi değildir. Bilerek ve hissederek yaşamak icap etmektedir.
Yine de büyük insanlık cemiyeti olarak ister hüsran içinde yahut sevinç duyguları içerisinde olalım; zamanın muhatabı olarak hayatımızı anlâmlandıracak anlâmlar peşinde iz süreriz. Her birimiz, yaşıyor olmaktan mütevellit zamanın birer muhatabıyızdır. Ve bu sayede hayatımıza anlâm katma fırsatı yakalamış oluruz.
Anlâmsız görünen yığının içinde de bir büyük anlâm vardır çoğu zaman. Dolayısıyla, kitlelere hitap edene popüler kültür deyip geçmemek gerekir. Devasa yığınların her bir zerresinde bir insan ya da canlı olduğunu unutmamak gerekir. Kütle hâlindeki yığının içinde illaki anlâmlar ve anlâmsallıklar vardır. Anlâm, beklenmeyen yerden doğar. Sıradan görünen hayatların içinde olup biten muhakkak anlâmlı bir parçanın absürt bir gölgesidir. Belki de anlâm umulmadık yerde olandır; kuytu köşelerden, umumun orta yerinde görünmeyenlerden neşet eder. Böylesi bir anlâm dairesi, sanatın aşkın hâlinden başka kısmen arabesk ya da pop çerçevede anlâmlar var eder. Zaman, âdeta silikleştirir kitlelere dair olan anlâmın görünürlüğünü.
Sahne ışıklarının altında olmayan ya da kameranın göstermediği yerde vardır, anlâm. Böylesi bir mânâ, ana akımın ötesinde gösterilmek istenmeyen ancak hayatın gerçeklerindendir. Siyaset kurumu gücünü kitlelerin sahip olduğu anlâmdan alır. Ancak siyasetçi her zaman kitlelere ait olan anlâmla bütünleşik bir hayat tarzında olmaz ya da yalnızca sahne ışığı altında ve kameraların gösterdiği yerde bir gösterinin bir parçası olarak yığınların içindeki anlâmsız görünen anlâmla temas kurar. Bu yönüyle, siyaset kurumu burjuvalaşmıştır. Zaten, modern siyaset kendini Burjuva Devrimi’yle birlikte varoluş imkânı bulmamış mıdır? Siyasetçiler için aksi de mümkündür, pekâlâ. Çünkü siyaset kurumu hiçbir zaman aşkın olan sanattan beslenmez. Anlâmını ve varoluş sebebini siyasetçinin kitlelerin anlâmında bulma imkânı her zaman mümkündür. Biz, hangi anlâma inanacağız? Hangi anlâmda kendimize dair izler bulacağız?
Aynı (görünen) zamanı bambaşka yaşarız, hepimiz.
Anlâm, zamanın anlâmsallığının da ötesindedir.
Belki de… Kim bilir..

Kategoriler
matbuat

İnsan Tek Mekân

İnsan da bir mekân. Çarka dönüşmüş zaman tahayyülümüzün arasına sızan beslediğimiz ve beslendiğimiz mekânlar kadar derinlere ulaşan bir vakıa var ki o da insanın da başlı başına bir mekân olması. Evet, insan da cansız mekânlardan farklı olarak yaşayan bir mekândır. 
Mekânların süjesi olmaktan da ötede bizatihi öznesi olduğu diyardır insan. İnsanın mekân olma hâli, kendini binbir türlü çeşit kombinasyonla başka insanlarda bulabildiği bir çoklu mekânsallığın temsilidir.
Ona gitmek mesela… Onunla olmak. Zaman ve mekân fark etmeksizin onu aramak, onda olmak, tamamlanmak. Dost olur biraz, sükût muhabbeti dahi kâfidir dostuna gittiğinde. Özlemin tedavülde olduğu arkadaştır o. Kadın olur bazan, o mekânda gizini çözemediğin keşifler yaparsın. Yalnızca iki kişiye mahsus bir hâldir bir kadının ve erkeğin birbirini kendinde bulması. Bizim için özel olan bir insan sığınılacak bir mekâna dönüşebilir ve kendi hâliyle bize özel bir mekân olarak yalnızca kendilik hâliyle iki insan birbiri için karşılıklı olarak bir mekâna dönüşebilir. İşte, tam da bu yüzden, insan da bir mekân. Orada hiçbir zırhın, çeliğin, kılıcın ve kalkanın veremeyeceği emniyeti sevdiğin insanın yanında iken hissedersin. Mekân o kadın olduğunda bütün benliğinle oradasındır.
Annedir doğuştan ilk mekân. Bir kadın kendi evlatları kadar mekândır. İç içe açılan matruşkalar gibidir kadınların dehlizlerindeki mekânlar. O gizdir belki çözülemeye erkeklerin misafir oldukları mekânda keşfetse de bitiremediği. Anne, çocukları için sığınılacak zaman dışı bir mekândır. Zaman dışıdır çünkü anne çocuğu için hayatta iken de ölmüşken de sığınılacak bir mekândır. İnsanın kendini başka bir insanda bulmasının en müstesna örneklerinden birisidir çocuğun annesini bir mekân olarak bellemesi. Bu yönüyle, anne ve oğul ilişkisi mekânın zamanın üzerinde galebe çaldığı nadir durumlardandır. Annenin bir mekân olma hâli öteki insanlarda bulduğumuz mekân duygusunun ötesindedir, daha başkadır. Rahimde tahsis edilmiştir çocuğa ilk ve ebedi mekânı kaybolmasın diye. Kendisine hep bir kılavuz olsun diye… İnsan, kaç yaşına gelirse gelsin ana rahmindeki ilk mekânının kılavuzluğuyla yaşar ve kendini gerçekleştirir.
İnsan da bir mekân. Cansız ve mimari mekânlardan bambaşka canlı bir mekândır insan. İnsanın kendisini başka bir insanda bulması gerçek bir mekân. En sahici mekân iki insanın birbirinde bulduğu o özel duygudaşlık. Yeri doldurulamayan tek mekân, insan.

Kategoriler
cümle yazı

hangi saat?

işlerimizi kol saatine göre mi, yoksa ezan saatine göre mi ayarlamalı?

osmanlı son döneminde ezan saatinden mekanik saate geçiş/dönüşüm, aynı zamanda bir zihniyet dönüşümüne de işaret eder.

birinden biri tercih edilmeli midir? ya da modern hayat içerisinde ezan saati işlevli hâle getirilebilir mi?