
Yıllar en çok edebiyatla münasebetimizi yozlaştırıyor. İyi edebiyat yapmak önemli ve kayda değer bir iştir. Ciddiye almak gerekir. Edebiyat yaparken metnin muhatabı olan yazar hâliyle ve tavrıyla da ortaya bir şeyler koyar.
Lâkin edebiyat işi gündelik işlerin ve maişet derdinin arasında kaybolup gider çoğu zaman. Sadece edebiyatla uğraşma ya da uğraşabilme keyfiyetine çoğu zaman imrenmişimdir. Yazmak ve yazdıklarıyla geçimini sağlayabilmek, bunun da ötesinde yazdıklarından kazandıklarıyla yeni hikâye serüvenlerine kapı aralamak ne de güzel bir tecrübedir.
Edebiyatla iştigâl etmek; okumak, yeri geldiğinde yazmak, bazan fikir işçisi gibi aynı anda hem okuyarak hem de yazarak notlar almak şimdilerde unutulan müstesna hatıralardır. Düşünüyorum… Acaba, yalnızca ben mi eskiye kıyasla daha az okuyup yazıyorum, notlar alarak çalışıyorum? Yoksa, eski yıllara kıyasla okuyup yazanlar azaldı mı? Biliyorum, mutlaka okuyan ve yazan birileri vardır. Ben de şimdiye kıyasla daha fazla okuyup yazmaya zaman ayırabildiğim zamanlarda, genelde kafelerde bir makale ya da kitap üzerinde çalışırken etrafımdaki masalarda kimsenin umurunda olmamasına hayretle bakardım. Umurunda olan kimseler arada çıksa dahi benim gibi kafelerde çalışmayı alışkanlık edinen kimselerle pek karşılaşmadım.
Galiba, kafeler edebiyat ehli için önemli uğraklar. Hatta sadece edebiyatçılar için değil, akademik çalışma yapan tek tük bazı kimseler için de önemli mekânlar olmaya haiz çalışma alanları. Kafeler kitaplarla, taşınabilir bir bilgisayarla ve çantayla seyyar çalışma imkânı veren keyfine de düşkün kimseler için kıymetli mekânlar. İfade etmek istediğimi bilen anlayabilir. Kütüphanede ya da özel çalışma alanlarında çalışmaktan çok başka bir imkândır. Ancak edebiyatla iştigâl eden kimseler için kafeler muhabbetin, dostluğun ve arkadaşlığın da mekânları olma keyfiyetini de taşır. Edebiyatçıların müşterek uğrak mekânları yalnızca kafelerde okuyan yazan ya da çalışanların kafelerinden daha farklı ve başkadır.
Bunun haricinde bir de yazar odalarından bahsetmek mümkün olabilir. Bilhassa da geçimini yazdıklarından sağlayan ve edebiyattan hayatını kazanan yazarlar daha çok kendilerini her gün böylesi bir odaya sığdırıp yazdıkça yazarlar. İstikrarlı bir yazar muhtemeldir ki her gün yazı yazmaya zaman ayırdığı kendisine ait bir odaya sahiptir. Elbette, bu türden bir yazarlık daha çilekeş ve yazı yazmanın keyfiyetinden çok ıstırabıyla dolu sancılı bir yazarlık sürecidir.
Edebiyat dünyasında işler yalnızca yazarların yazma serüveniyle ya da kafelerdeki fikir işçiliğiyle dönmüyor. Elbette, edebiyatın lokomotifi okuyuculardır. Genelde nitelikli eserler kısa zaman içinde pek çok kişi tarafından keşfedilmezler. Çok satan kitapların da edebi nitelik açısından kayda değer bir değer taşıdığını da söyleyemeyiz. Ama on yıllar boyunca geçen zaman dilimi içerisinde okuyucu bazı kitapları ya da daha doğru ifadeyle bazı yazarları edebiyat dünyasının el üstünde tutulan kıymetleri hâline getirirler.
Birçok yazar vefatından sonra daha çok okunur olsa da hayattayken ve yazma serüveni içerisindeyken yazdıklarıyla kendi okuyucusunu var etmiş talihli yazarlardan da söz etmek mümkün. Böylesi yazarlara birçok örnek verilebilir ancak şimdi burada tek tek bu yazarların isimlerini zikretmeyeceğim.
Edebiyatla iştigâl etmek her şeyden önce bir keyfiyettir. Ancak bazı durumlarda edebiyatla kişinin ya da yazarın kurduğu temas varoluşsal bir hayatiyette de olabilir. Türk ve dünya edebiyatında bu tarzda bir varoluşsal kaygının cereyan ettiği yazarlara çokça şahitlik etmişizdir.Dolayısıyla, şu şekilde sorabiliriz: Edebiyat neye yarar? İlle de pragmatist bir mânâda sormak gerekmez böyle bir soruyu. Edebiyatla haşır neşir olduktan sonra kendimizde ne kaldığı ya da nasıl bir dönüşüm geçirdiğimizin cevaplarındadır edebiyatın ardındaki kuvvet.
