Kategoriler
matbuat

Amentü’nün Kıymeti

Amentü de neyin nesi? Kıymeti nereden geliyor? O kıymet öyle kolayından gelebiliyor mu? Uğruna hayatını harcayacağımız değerlerimiz var mı? Bu yazı olanları ilgilendiriyor. Olması tek başına yetiyor mu? İnsan, iman ettiklerini inşa için ne kadar emek harcarsa, amentüsünün bedeli de o nispette ağırlaşıyor.

Hakkını burada teslim ederek başlamak isterim. Bazı okumalar kimi zaman insana yeni bir şey öğretmez fakat gerek biçimi ve diliyle gerekse de anlattıklarıyla öyle olması gerektiği gibidir ki okuduğunuzda bilip de ‘farkındalık’ düzeyine çıkar(a)madığınız içindekileri yeniden düşünme ve idrâk etme imkânı bulursunuz. Profesör İhsan Fazlıoğlu’nun Amentü’nün Bedelini Ödemek: Ne Yapmalı? Bedel, Bakış ve Süreklilik makalesinin – aslında tam bir makale de değil, bir nevi söylev deşifresi, bende okuduğumda bıraktığı hissiyat bu türden.

Merak ederim, amentüsü olmayan insan her gün yataktan kalkmak için bir sebep, harekete geçmek için bir heyecan – en azından az da olsa bir motivasyon nasıl yaratır? Amentüsü olan, düşünerek bir inanç düzlemi kendisine var eder. Birçoğumuz düşünmüyoruz. Zaten ‘düşünce’ kelimesini alelade bir şekilde kullanıyor, ‘düşünmek’ fiilinin bizatihi bir iş olan kendisinden haberdar dahi değiliz. Bunu tepeden hüküm bırakmak için de söylemiyorum. Tabii olan bu belki de böylesi, eşyanın ve beşerin tabiatı bu şekilde. Düşünceye dair kaygı duyanlar için ise düşünmek, ontolojik olarak bir nevi dertlenmekle eşdeğer olarak kendisini var ediyor. Problem burada bitmiş değil. Çünkü düşünmenin – yani uğruna dertlenilecek bir meselenin/davanın olması ‘derin düşünce’ için yeter şart değil.

Peki, ‘derin düşünce’ nasıl olur? Profesör Fazlıoğlu’nun ifadesiyle, derin düşünmek ‘nasıl’ ve ‘niçin’ sorularının birlikte sorulmasıyla mümkün. Nasıl’sız niçin, niçin’siz nasıl tek başına anlamlı değil. ‘Niçin’ sorusu değerleri belirliyor. O değerler olmadan yola çıkmaya itecek gücü bulmak – yani yataktan kalkmak için sebep bulmak zor. ‘Nasıl’ sorusu ise amentünün teklifine delillerini getiriyor. Yani, ortada bir söz, vaat var. Peki, ama ‘nasıl’ bütün bunlar olacak? Bütün bu dertleri gerçekleştirmek için ne tür bir hazırlığın var? Günümüz siyasetçilerinin halkın karşısına çıkarken en çok atladığı soru belki de ‘nasıl’ sorusu. ‘Hele bir gelelim de bakarız hâl çaresine…’ yaklaşımının herhangi bir kişiye özgü olmaktan çok, alışkanlık hâline geldiği bir zamanda ‘nasıl’ sorusu daha da anlamlı. ‘Niçin’ olmadan ise ne uğruna savaşacaksın? Hiç uğruna mı? Yoksa, kürek çektiğine değecek inandığın değerler uğruna mı?

Elbette, amentü her şeyden evvel teklif ve temsil sahibi olmalı. Diğer bir deyişle, insan, sözüyle ve davranışıyla bir olmalıdır. Ne olduğunuzu temsil edemiyorsanız, ne olmadığınızı ispatla uğraşırsınız. Yani, ahlâkçı olmak yerine ahlâklı olmalı. Teklif ve temsil olmadan amentü yaygınlaşamaz. İman imkân verir, bedel mümkün kılar. Profesör İhsan Fazlıoğlu’na göre, İslam’ın Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe kıyasla farkı ve başarısı İslam’ın teklif edilebilir olmasıdır. Yani, İslam, tevhidi bir inançtan aklın ilkesine ve metafizik bir düşünceye dönüşebilen bir teklif hâline gelebilmiştir.

Bütün bunlar güzel. Ancak amentünün kıymetinin zâyi olmaması için bunun süreklilik arz etmesi gerekiyor. Mesele, hayatın bir anına mahsus olabilecek, oldu-bitti konumunda durabilecek cinsten değil. Tarih bir süreklilik içerisinde akıyor ve hayat durmaksızın değişerek kendini her an yeniden yaratıyor. Süreklilik, kolay görünen ancak belki de en çileli kısmı bir amentü sahibi olmanın ve bunu süreklilik içerisinde bir anlam ifade edecek şekilde var etmenin. Aslında, bütün mesele her şey için ahenkte bitiyor. Fani dünyada, her şeyde işin sırrı dengede olmakta, ifratla tefritin arasını bulmakta. Önceki yazıların birinde de hikâyesini anlattığım Italo Calvino’nun köprü hikâyesindeki ‘taşlar yoksa, kemerin de olmayacağını’ akılda tutmakta yarar var.

Kategoriler
matbuat

Şehrim 2023

Şehir üstüne konuşmayı, düşünmeyi ve hayâl etmeyi seviyorum. İtiraf etmeliyim, Italo Calvino’nun Görünmez Kentler’iyle tanıştıktan sonra kent üstüne bütün meşguliyetler, aynı zamanda yüzde bir tebessüm de bırakan bir keyif hâline dönüşebiliyor. Ak Parti’nin Şehrim 2023 projesine birkaç ay öncesinde denk gelmiştim. Geçenlerde biraz daha detaylarını öğrenme imkânı buldum. Çiğdem Karaaslan’ın öncülüğünde gerçekleşen bu proje gerçekten bir ihtiyaç. Otobüslerin şehirleri dolaşarak alacağı geribildirimler, farklı fikirler önerileri ve işin masa başı
mesaisi çok güzel.
Doğrudan esnafla, meydanla, sokakla konuşmak aslında bir şehir tahayyülü meselesinin özüdür.
Ancak pratikte her zaman çok efektif olmayabildiğini de unutmamak gerekir.
Tabi, bazı eksikliklerin tespiti ve giderilmesi, hatta yeni projelerin geliştirilmesi için de Şehrim 2023 projesinin otobüsleri şehirlerin geleceğine uzun vadeli projeksiyon tutacaktır.

Bense bu vesileyle Kent ve şehir aynı anlama gelen eş anlamlı
sözcükler mi?
Hiç sanmıyorum. Şehir Farsça’dan geliyor; kent ise mazisi Orta Asya’nın 9. yüzyılına dek uzanan ve bugün çoktan kaybolmuş Soğdca. Her iki dil de son kertede İran menşeili. Fakat ‘şehir’ lafzı nedense bu coğrafyada kültürel olarak daha çok sahiplenilmiş ve kullanılmış. Bugün, ‘şehir’ kelimesinin ‘kent’e kıyasla daha yerli bir çağrışım yapması bu sebepten olsa gerek.

Yaşadığımız şehirler, güzelliğiyle ve çirkinliğiyle aslında orada olana ve olmayana dair bir gösterge olma özelliği gösteriyor. Binalar, köprüler, meydanlar sadece zahirlerinden ibaret değil. İşte, Görünmez Kentler’den bir Mostar Köprüsü pasajı:

Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.

“Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?” diye sorar Kubilay Han.

“Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi,” der Marco.

Kubilay Han sessiz kalır bir süre düşünür. Sonra ekler:

“Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.”

Marco cevap verir:  “Taşlar yoksa kemer de yoktur.”

Öyleyse, şu çıkarımlarda bulunabiliriz. Bir kenti ve toplumu taşıyan her şeyden önce bütün unsurlarının yarattığı ahenktir. Tıpkı, Mostar Köprüsü’nde olduğu gibi kilit taşı bütün köprü için hayati öneme sahip bir tek taştır.  Bir kent yahut bir toplum tek bir parçasıyla var olmadığı gibi kendisi için önemli bir unsur yok olduğunda da aslında her şeyini kaybetmiş olmaz. Kent yaşamaya devam eder. “Kemerin kavsi”nin var ettiği ahenk şehrin ritmidir, soluğudur, bıraktığı estetik izdir. İmparatorlar çoğu kez o düzenin, nizamın ve ‘yolunda giden işlerin’ peşindedirler. Bütün gürültünün arkasında son kertede bu istek, bu arayış vardır. Tıpkı, Marco Polo’nun anlattıkları karşısında Kubilay Han’ın “Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.” haykırışı gibi… Her hükümdar meselenin özünü kavramak ister. Onu en kestirme ve direkt
yoldan çözmek ister. Marco Polo ise imparatorların bilmediği sırra vakıftır. Taş bir köprüyü var eden bütün unsurlarıdır.
Bütün taşların var ettiği ahenk bir kemerin kavsinin vaat ettiği güzelliği var edebilir.

Şehirlerimizi bir şiirin sembollerini döşer gibi kurmalıyız. Bugün, sembollerle var olan kentlerde değil, ne üzücü ki ezberlerle var olan kentlerde yaşıyoruz. Bu durumun ne tek bir müsebbibi var ne de tek bir sebebi… Kalkınma ihtiyacı ve arayışı çoğu kez bizim için anlamı var eden sembolleri lüks kılıyor. ‘İdeal şehir’ üzerine konuşurken sokakla konuşmanın en büyük riski burada. Maişet motorunun çalışması için gelebilecek fikirler bizim ideal kentimizi bulmaya dair yeterli olmayabilir. Sokak elbette önemli ve Şehrim 2023 projesinde sokağın ötesi de düşünülmüş. Ancak yine de projenin beslenebilecek, gelişebilecek çok tarafı olduğunu düşünüyorum. Şehrim 2023 gibi bir proje, bir arzu, bir arayış tek başına beni heyecanlandırmaya yetti. Geleneğin ve fantastik olanın mezcettiği, hikâyeye imkân açılan dokunuşlara da ihtiyaç hissediyorum.