
Kütüphane fakiri bir ülke olarak kütüphaneleri kıraathaneye dönüştürme fikrinin pek doğru bir fikir olmadığını düşünüyorum. Biliyorum, kıraathane, kütüphanenin karşısında durmuyor. Fakat kıraathane ile kütüphane yan yana da durmuyor.
Kütüphane, malûm olduğu üzere Arapça’da k-t-b kalıbından türeyen bir kelime. Kısaca, kütüphane sözcüğü kitaptan türüyor dersek herhalde yanlış olmaz. Yani, kütüphane bir tür ‘depo’ ya da ‘koleksiyon’ ya da ‘arşiv’ gibi kelimelerin iklimine daha yakın bir yerde duruyor. Kıraat ise başlı başına okumak eyleminin ta kendisi. Dolayısıyla, kıraat evinde okumak/çalışmak meselenin merkezinde iken; kütüphanede işin özünde koleksiyonerlik
ve arşivcilik var.
Elbette, sözcükler gündelik hayatın içerisinde kendilerini sürekli yeniden var ediyorlar. Belki bu durumu öz yaratım gibi bir ifadeyle tarif etmek mümkün olabilir. Kelimeler gündelik hayatın akışı içerisinde yeni anlamlara bürünüyor; tabir-i caizse, kelimeler özleriyle ilintili fakat özlerinden başka yepyeni şahsiyetlere dönüşebiliyorlar. Bu durumu rezerv olarak bir kenarda tutalım. Fakat kıraathane meselesine dair meramımıza geçelim.
Bizde kuram ve kurumsallaşma Batı’nın aksine pek olmadığı için arşivcilik ve depolama anlayışı da bir lüks. Hiç yok demek de doğru değil. En azından, geleneksel kodlarla bize aktarılan böylesi bir alışkanlığımız olmadığını rahatça söyleyebiliriz. Bir kere kuram ve kurumsallaşma konusunda Batı’ya kıyasla daha mesafeli
olduğumuz için uzun ömürlü ve yerleşik çıktılar almamız daha zor olduğundan ötürü arşiv yapmaya ve depolamaya ne zaman ne de imkân bulabiliyoruz. Hâliyle
de bu alanlarda daha zayıf oluyoruz. Amerika’daki ya da kıta Avrupası’ndaki üniversite kütüphaneleriyle yahut diğer ulusal kütüphanelerle Türkiye’dekileri kıyasa tâbi tuttuğumuzda ülkemizdeki kütüphanelerin zayıf kalması bundan.
Vaziyet böyleyken ve mevcut kütüphaneler hâlihazırda zaten araştırmadan çok ders çalışma alanı olarak kullanılan bir işlev kazanmışken mevcut kütüphaneleri kıraathaneye dönüştürmenin pek de mantıklı bir iş olmadığı fikrindeyim. Zaten aslında mevcut kütüphaneler kıraathaneye dönüşmüş olmayacak. Yalnızca gerçek bir kütüphane standartlarında işleyecek kadar dolu hâlde olmayan kütüphanelerdeki ders çalışma imkânları artmış olacak. Oysa kıraathane Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da konuşmalarında ifade ettiği üzere
mühim bir mesele.
Kıraathane mühim bir mesele fakat onu önemli kılan ne? Birincisi, kıraathanenin müdavimi olması gerekiyor. Müdavim demek bir yerin yerlisi, orayı bilen, oranın idâme edilmesini sağlayan kişi(ler) demek. Kıraathaneden beklentimizi yalnızca öğrencilerin ders çalışmasıyla sınırlı tuttuğumuzda, coğrafyanın bize lütfettiği imkânları ıskalıyoruz. Müdavim olmak için vatandaş olmak yeter şart olmalı! Elbette ki böyle fakat demek istiyorum ki kıraathanede yalnızca okumayı kendisine alışkanlık hâline getirmiş kimseler değil, herkes olur ve sözlü kültürü yaşatır.
Tebriz’de sokakta bir adam Hafız’dan, Şems’den şiirler okuyabiliyor. Çünkü akışkan olan kültür, Doğu’ya özgü bir biçimde şifahi bir şekilde dilden dile orada aktarılabilmiş. Kıraathanenin meselesi budur. Akşam gezmesine çıktığımızda kafeye değil, kıraathaneye gitmeyi de düşünecek hâlde açamıyorsak kıraathaneleri boşa kürek çekiyoruz demektir.