Kategoriler
matbuat

Eskinin Nişanesi

Modernleşme kuramları açısından yeniye meyyal bir karakter sergilesek de bazıları için eski olan hâlen cezbedicidir.

Bazı eskiler ‘hurda’ değeri bile etmezken, eskinin kimi kıymetli eşyaları bulunmaz kıymette antikalardır. Maziden kalan bu değeri ya da değersizliği belirleyen nedir?

Ekseriyetle tekniğe dair olan ya da halk lisanıyla ifade edersek ‘teknolojik ürünler’ çarçabuk eskimeye mahkûm eşyalardan. En iyi ihtimalle kullanılmış bir teknolojik ürün hurdaya çıkabilir. Hatta birçoğu tozlanmış tavan aralarında yıllarca bekler de bekler.

Tabi, bazı kullanılmamış özel teknolojik ürünlerin ‘müze değeri’ taşıdığını da söylemek gerek. Ancak böylesi teknolojik ürünler oldukça sınırlı sayıda.

Teknik kendini mütemadiyen yenilediğinden ve teknik dünyanın paradigması her daim ‘terakki etmek’ üzerine kurulu olduğundan teknolojik ürünlerin çok geçmeden birkaç yıllık iken eskimesi tabii bir durum teşkil ediyor.

Peki, eskiyen ve eskidikçe kıymetlenen nedir? Bu soruya net bir cevap verebilmek mümkün değil. Bir çırpıda söyleyebileceğimiz el emeği olan, fabrikasyon olmayan, insanın kendi emeğiyle ürettiği ve bir zanaatın neticesi olarak üretilen eşyalar eskidikçe değerlenebilecek cinsten. Fakat anneannelerimizin, babaannelerimizin, dedelerimizin evlerindeki bu minvaldeki eşyaların akıbetini gördükçe bazan çok kıymetli olabilecek birçok nadide eşyanın da ‘insanlık hâlleri’ ve ‘dünyanın binbir türlü hâli’ neticesinde kaybolup gittiğini görüyoruz. Böylesi antika eşyalar da çoğunlukla hurdaya gidiyor. En iyi ihtimalle bir antikacının eline düşüp müzayedelerde satışa çıkarılıyor.

Ben, modern dünyada ironik bir şekilde tekniğin lüzum ve gerekliliklerine tebessüm ederek bakarım. Buna mukabil, eski olana meftunumdur. Tel üstünde yürüyen cambazın akrobasisi gibi tekniğin dünyası ile eski dediğimiz fakat aslında artık çoktan modernleşmiş eski dünyanın gösterisi bize bugünün dünyasını ahlâklı bir şekilde anlamak ve anlamlandırmak için bazı ipuçları verebilir.

Tel cambazından ve akrobasiden söz açılınca ister istemez Turgut Uyar’ın “Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir”i hatırlıyorum. Aslına bakılırsa Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” şiiri de bize artık modernleşmiş eskiye dair çok şey anlatır.

Son olarak bir de İsmet Özel şiirinden bir parçayla sözlerimi tamamlayayım. Bana şu satırlar da eskiye dair başka bir yaklaşımı hatırlatır: “Gelin / bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar! / Bana kötü / bana terkettiğiniz düşünceleri verin / o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız / ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar / onları verin, yakınmalarınızı / artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar / ben aştım onları dediğiniz ne varsa / bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar / boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz / içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı / verin bana / verin taammüden işlediğiniz suçları da.

Evet, “Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar” şiirinden öğrendiğim eskiye dair olanların yalnızca eşyalar olmadığı. Her şeyden önce içerisinde yaşadığımız hayat eskiyor. Yaptıklarımız, ettiklerimiz, yapmadıklarımız, yapamadıklarımız, pişmanlıklarımız eskiyor. Geçmiş sadece bir kütle olarak değil; birer birer parçalara ayrılmış bir küçük hatıralar demeti olarak da tecessüm ediyor. Eskinin nişanesi olarak sahip olduğumuz eşyalar kendini eski olarak daha çok hatırlatsa da geçip giden eskiyen en çok da hayatlarımız ve hatıralarımız.

Kategoriler
matbuat

Neticede Oyun, Ama Kazanan Kim Olacak?

Kumarbaz’ı ve Siddhartha’yı hatırlayarak…

Zaman hiç durmaksızın akıyor. Duruyormuş gibi görünmesi de akışı değiştirmiyor. Zaman bir izafiyet. Türlü türlü illüzyonları sinesinde saklayan bir izafiyetle mündemiç zamanın varlığı. Hâl böyle olunca akış sabit bir değer olarak yerini koruyor. Lâkin söz konusu zaman ve mekân geçişliliği olunca, Napoli Kadıköy treni her zaman bâki.

Vakit tükeniyor. – mu – ?

Tükendikçe/aktıkça yahut zaman, hayat kartları daha açık oynuyor. Niyetini açık etmekten imtina etmeksizin hamle yapıyor. Elbet, elimdekiler nispetinde ben de atıyorum kartları. Oyun bu. Uzun bir oyun. Yahut zamanın izafiyet olduğunu hatırda tutunca kısa bir oyun olma imkânını taşıyan bir hayat nitekim.

Bir kumarbaz edasıyla masanın başında oturuyorum. Attığım kartların her biri konuşuyor böylelikle: ‘Ben, kumarbazın kartıyım. Her an, beklenmedik herhangi bir an varlığımla tek başıma masayı dağıtabilirim.’ Bir kartın masayı dağıttığı, hikâyenin tam on ikiden vurulduğu anlar, önemli yahut önemsiz her bir hamleye bir mânâ yüklüyor: Kumarbazın her kartı potansiyel bir joker.

Algıların en az kartlar kadar birbiriyle çarpıştığı o masada kumarbaz bir sır biliyor. O sır bedel: Kumarbaz olmanın trajik bedeli. Kumarbaz belki de elinde olmayan kartların gücünü algılarda var ederek oynuyor. Gücünü kartlardan değil, hikâyelerle besle(n)diği hınzır karakterinden alıyor. O gücün kudretini elinde tuttuğu her bir an bildiği diğer şey ise o gücün bir bedelinin olduğu.

Masa dağıldığında ödenecek bir hesap olacağını bilerek oynamak, durmaksızın kumarbazlığına yeni hikâyeler eklemek zorunda o adam.

Kumarbaz kaderinin mahkûmu. Kumarbaz olmayı o seçmedi. Uzak denizlere açılmayı seçip seçmediği de şaibeliydi. Kendini hep o denizin dalgaları arasında bulmuş gibiydi. Sorulduğunda bir müddet düşünür, eskiye giderek hatırlamaya çalışır gibi bir ifade yüzünde belirir ve sonra bu cevabı verirdi. Kaderi tayin edilmiş gibiydi amma bir tercih hakkı olsa yine savaşmayı seçerdi galiba. Bir defasında biraz yorgun, nefes almaya çalışırcasına bir köşeye sinip dinlenirken düşünceli düşünceli bu şekilde mırıldanmıştı. Çıkış yolları arar iken oyunu kurtarmak için hikâye yazacak adam arıyor gibiydi.

Kumarbaz, çaktırmasa da pek, oyunun her esnasında başka bir gözle de etrafa bakınırdı. İş birliği yapacak başka kumarbazlar arardı kendine. İş birlik edecek, yeni oyun başlayıncaya dek kumarbazlarla hesap gütmeksizin mevcut oyunun kurtaracaktı. Onun kumarbazlığı, evet, biraz da kötülerin dünyasında iyilerin kahramanı olmak gibiydi.

İyilik dünyası bu ise, diyordu, “Ben bizden değilim.”

Çoğu zaman bu yüzden, yakaladı mı bir hikâye onu yaka paça kurtarılmış bölgesine götürmeye kalkışıyordu. Kumarbazı anlamayan, yaptıklarını nasıl anlayacaktı?

Oyun durmuş gibi. Lâkin muhakkak devam ediyor olmalı. Kumarbazı belki de pek çokları yine anlamaktan uzak. Öteden bakınca nasıl görünüyor yaptığı hamleler kim bilir? Masum yürekli adam da bunu bilmeksizin tedirginlik içinde kartlarını oynuyor. Oyunun birkaç hamle sonrasını görse anlatmağa başlayacak derdini.

Kategoriler
iktibas

şiir

Kategoriler
iktibas şiir

olgunluk

Kategoriler
yazı

sakar orman’dan

sakar orman’dan.
Kategoriler
iktibas yazı

yazı (yazmak)

“İnsan, kendisini, ötekini, etrafında olup biteni anlamak için, başkalarıyla iletişim kurmak için, duygu ve düşünceleri anlatmak için, kötülüklerin önüne geçip iyilikleri yaygınlaştırmak için, bir ideali yaymak için, rüyasını gerçekleştirmek için, dünyasını ortaya koyabilmek için, anlamak ve anlaşılmak için, kendini onarmak için, düşüncelerini görünür kılmak, düzene sokmak ve bir disiplin içinde düzenlemek için gibi pek çok nedenle yazı yazar. Yazı sadece kendini anlamak, yüzleşmek değil, başka yüreklere dokunmak, başka yüreklerde serüvene çıkmak, başka insanların rüyasını görmektir. Ötekinin dünyasını anlamak, aktarmak çabasıdır.”

Necip Tosun, “Yazı ve Hayat”. İtibar, Ağustos 2017.