Kategoriler
matbuat

Sosyal Bilimlerin Atisini Kurmak

Öteden beri anlatmaya çalıştığım meselelerden birisi de teknik dünyanın inkişafıyla birlikte modern dünyada eskiye dair olan her şeyin büyüsünün bozulduğudur. Hatta, yüksek lisans tezimde de bir başlık açıp bunun ismini “büyü bozumu” koymuştum.

Gulbenkian Komisyonu’nun sosyal bilimler raporu da “Sosyal bilimlerin geleceğini nasıl kurmalıyız?” sorusu üzerinde düşünme imkânları sağlıyor. Max Weber, modern düşünceyi tanımlarken “dünyanın büyüsünün yok edilmesi” tarifini yapıyor. Walter Benjamin’in de gelenek ve modern arasında bir mukayese yaparken modern teknik dünyanın ‘geleneğin aurasını’ ortadan kaldırdığı tespiti de benzer bir yaklaşımı barındırıyor.

Burada benim için yeni olan, La nouvelle alliance (Yeni İttifak), yani, “dünyanın büyüsünü geri verme” önerisidir. Bu, insanlarla doğa arasındaki yapay sınırların kırılması, ikisinin de zaman okunun çerçevelediği aynı evrenin parçası olduklarını görmeleri için yapılan bir çağrıdır. Bu düşünce, daha önce hiç gerçekleşmemiş bir şekilde ‘insanı özgürleştirme’ amacını taşımaktaydı.

Burada ilginç olan şudur: Modern teknik dünya önce geleneksel dünyanın büyüsünü bozmuştur ve ‘dünyanın büyüsünü geri verme’ çabası gelenekteki büyüden çok daha farklı yeni modern düzendeki bir uzlaşıdır. Ancak dünyaya büyüsünü geri vermeyi akla yatkın bir uygulama ilkesine dönüştürmek kolay olmayacaktır.

Sosyal bilimlerin geleceğine yönelik bahsedilebilecek konulardan birisi de ütopyalardır. Gelecek bir ideal düzen, doğa bilimlerinin aksine, sosyal bilimler için her zaman ilgi çekici olmuştur. Yirminci yüzyılda, sosyal bilimler için artık bir gelecek tahayyülünden söz etmek mümkün değildir. Ancak gelecek hayâlleri insanların mevcut zamandaki bugünkü davranışlarını etkilemektedir.

Artık entelektüelin rolü değişmiştir. Tarafsız bilim adamı/üniversite hocası tartışılır bir hâle gelmiştir. Bütün bunlara üniversite kayıtsız kalamaz. Ütopya kavramları olası terakki fikirleriyle bağlantılıdır ve insan yaratıcılığıyla şekillenir.

Sosyal bilimlerin atisine yönelik olarak kritik önemdeki hususlardan birisi de herkesin üzerinde uzlaşacağı ve benimseyeceği bir düşünce sisteminin varlığıdır. Elbette bu ‘akılcı’ olmalıdır. Birçoğumuzun sevdiği karmaşıklık, geçicilik ve istikrarsızlık da akılcılığın sınırları dâhilindedir. Yani, sosyal bilimler çerçevesinde benimseyebileceğimiz akılcı yaklaşım irrasyoneliteyi de kucaklamakta ve kendi içerisinde yeniden üretebilmektedir. Mümkün olan gelecekler arasında bir seçim yapmak tamamıyla siyasaldır.

Sosyal bilimler her zaman fazlasıyla devlet-merkezci oldu. Sosyal bilimler teorik bir basitleştirmeyle ya da indirgemeci bir yaklaşımla devlet-merkezci bir bağlama oturmuştur. 1945 sonrası dönemin önemli kavramlarından biri olan ‘kalkınma’ ile kastedilen her şeyden önce devletlerin kalkınmasıydı. Ancak burada şunu da söylemek gerekir: Devletlerin kalkınmasıyla, daha arkadan gelen toplumların modernleşmesi eş güdümlü olarak gerçekleşmiştir.

Sosyal bilimlerin geleceği için kritik kavramlardan biri de ‘nesnellik’tir. Aslına bakılırsa, tarafsız bir bilim adamı olamaz. Çünkü sosyal bilimci de belirli bir sosyal ortama aittir ve dolayısıyla bazı ön kabullere ve ön yargılara sahiptir. Geçmişte, sosyal bilimcilerin çalışmalarında sistematik hataların bulunduğu ve birçoğunun nesnellik maskesini kendi öznel görüşlerini gizlemek için kullandığını kabul etmek gerekir. Sosyal bilimlerin atisini kurarken evrensel bir yaklaşımın ve nesnelliğin öneminin büyük olduğunu söylemeliyiz.

Nihayetinde, sosyal bilimleri yeniden nasıl yapılandıracağız? Üzerine eğilinmesi gereken en önemli soru budur. Sosyal bilimler geleceğimizi daha adil, daha ahlâklı, daha dürüst, daha cihanşümul hâle nasıl getirecek?

Yeni bir sosyal bilim için iş bölümünün tembelleştirici ve basitleştirici yönünün ötesine geçilmelidir. Disiplinlerin işlevi zihinleri disiplin altına alma ve bilimsel enerjiyi kanalize etme işlevi görüyor. Bu, tamamıyla kötü bir durum olmasa da daha niteliksiz bir ürün popülasyonuna sebep oluyor. Halbuki, ideal olan örgütlenme bakımından çok-disiplinliliğin faaliyetleri birleştirmesi ve nitelikli hâle getirmesidir.

Sosyal bilimci ve üniversite idârecisi karşı karşıyadır: “Sosyal bilimciler, entelektüel ikilemlerin yarattığı baskı sonucu eğitim ve araştırma yapılarının sayısını ve çeşidini artırmaya çalışırlarken, idareciler tasarruf ve dolayısıyla konsolidasyon çareleri arıyorlar.” Eğer mesleği icra eden sosyal bilimciler, sosyal bilimlerin geleceğinin daha nitelikli olması ve hayattaki dertlerimize çözüm üreten bir hâle gelmesine bir çare bulmazsa; üniversitelerde ve benzeri bilgi kurumlarındaki idâreciler bu rolü üstlenecektir.

Olması gereken, mevcut disiplin sınırlarına bakmaksızın entelektüel faaliyeti artırmaktır. Gerçek sosyal bilimci ait olduğu disiplinin ötesine geçerek entelektüel bir faaliyette bulunan ve akademik bir çalışma gerçekleştirendir. Hiçbir disiplin kendisine ait mütehassıslık sahibinin tekelinde değildir. Sosyal bilimlerde ‘bilgelik tekelleri’ kurmak ya da diploma sahiplerine özel alanlar açmak pek akıl kârı değildir.

Dünyanın çeşitli yerlerinde yüzlerce üniversite, kendi coğrafyalarının avantajlarını ve dezavantajlarını sırtlanmış bir vaziyette, sosyal bilimlerin tarihsel geçmişinde olduğu gibi geleceği için de entelektüel bir miras bırakabilecek hâlen en önemli bilgi üretim kurumlarıdır.

Kategoriler
matbuat

Dünya Cennetinden Kaçmak

Şair İsmet Özel’in 9 Ekim 2024 tarihli “Es Geçtim Dünyadaki Cenneti” serlevhalı yazısının üzerimde bıraktığı intibaya dair birkaç kelâm etmek isterim. Yazı ilgimi çekiyor demek ki benim de yazılıp çizilenler hakkında bir meselem var. Ne demek istiyor İsmet Özel? Şairin makalesini isteyenler açıp okuyabilir. Şairin kendi yazdıklarına direkt olarak değinmeden, kendi havsalam üzerinden dünya cennetinden kaçmak nasıl olurmuş, bakalım.

Üniversite tahsil ettiğim ilk yıllar Cahit Zarifoğlu şiirini anlayarak okumaya başladığım zamanlara rastlar. Zarifoğlu şiirinde, anlâmsızlıklar içinde bir anlâm bulmuşumdur. “Uyarılan Şair” şiirinin son kısmı dikkatimi çekmekle kalmamış, beni etkilemiştir: Yazdıkların şiir değilse kalsın / Cennetse sevdan çık dışarı Evet, dünya cennetinden kaçmakla alâkalıdır imtihanım ve meselem.

Şiir üzerine yazmayı doğru bulmam. Şiir, şiir olmaktan ibârettir. İzâhı yazmakla olmaz. Herkesin kendisine mahsustur. Fakat oyundan çıkmadığımız ve dünya cennetinde de gözümüz olmadığı için Zarifoğlu’nun şiiri üzerine düşünebilir ve birkaç satır yazabiliriz.

Ben, Zarifoğlu’nun ima ettiği mânânın ve “çık dışarı” dediği cennetin bir ‘dünya cenneti’ olduğunu anlıyorum. Bu yüzden, ahlâkın ve uğruna zahmet çekilesi bir mücadelenin öncelikle dünya cennetinde gözü olmamakla başladığını biliyorum. Dünya cennetine prim vermemek Müslümanlığın da asgari bir gereğidir.

Ancak kendine Müslüman tanımlaması yapmayan bir ahlâklı insan için de dünya cennetinden kaçmak mümkündür. Her şeyden önce kendimize bir ahlâk edinerek ve dünya nimetlerine karşı ihtiyatlı olarak dünya cennetine karşı kendimize bir mevzi edinebiliriz.

Dünya cennetinden kaçmak hayatı perişanlık ve sefillik içinde mi yaşamaktır? Hayır, tam olarak öyle değil. Öyle olsaydı, düşkünlük veya pespayelik içinde yaşamak makbul olurdu. Dünya cennetinden kaçmak Müslümanların yine Müslüman kardeşinin eliyle düzeltmesi gereken bir yoksunluğun ve eksikliğin adı değildir. Her şeyden önce bir ahlâktır. Bilinçtir. Paylaşmaktır. Ahirete inanmaktır. Ve bize bu dünyada mahrum kaldığımız dünya nimetlerinden çok daha hayırlı ve güzel olanın ebedi yurt olan ahiret hayatında verileceğini bilip kalben mutmain olmaktır.

İşte, şair Cahit Zarifoğlu, şiirinde bize ‘dünya hayatındaki cenneti’ sevda edinmişsen ‘çık’, ‘benden değilsin’ diyor. Şairin şiirindeki mısradan ilâve bir anlâm daha çıkarmak mümkün: Eğer ki Allah sevgisini ve imanı gözetmeksizin sadece bir ödüllendirme niyetiyle bir ahiret cennetini sevda edinmişsen de “çık dışarı” diyor. Cahit Zarifoğlu gerçekten de haklıdır çünkü cenneti hak etmeyi yalnızca bir ödüllendirme ve mükâfat olarak görmek bir tür köpekleşmedir. Allah resulü Hz. Muhammed (s.a.v.), ehli beyti ve sahabeler insanlar arasında en üstün olanlardı ve onlar Allah’ın son ve hak dini olan İslâm’a ve Allah resulüne karşılıksız bir şekilde gönülden bağlıydılar. Bu cihetten bakınca, dünya cennetini terk etmek kadar ahiret cennetini yalnızca bir mükâfat olarak görmemenin önemini anlayabiliriz.

Yeni dünya ‘Amerika’yı keşfederek kuruldu. Amerika, dünyanın ötesinden ayrılıp yerlilerin kıtasında bir ‘dünya cenneti’ olarak kuruldu. Kapitalist ekonominin vaadi zaten yeryüzünde dünya cennetinin bir ferdi olarak yaşayan kişiliksiz nesneler/objeler ortaya çıkarmak değil midir? Dünya cennetinden kaçınmak bir nevi Amerikalılaşmamakla mümkündür. Yahudileşmemektir.

‘Ne mümkün’ diyeceksiniz… Zor biliyorum ama karınca kararınca mümkün.

Amerika, bize “simülasyon” içinde bir ‘dünya cenneti’ vaat etmiştir. Dünya cennetini elde etmek için kolay yol Amerika’nın ‘harikalar dünyası’na gitmektir. Jean Baudrillard’ın “simülasyon” teorisinden hareketle pekâlâ Amerika’nın bir ‘cennet simülasyonu’ olduğunu söyleyebiliriz.

Nasıl ki Disneyland, bütün dertlerin ve sıkıntıların unutularak sadece ‘mutlu olunan’ çepeçevre bir cennet tasarımıysa; Amerika da öteki kıtaların dert ve tasalarının olmadığı ‘özgürce’ yaşanabilecek ‘dünya cenneti’dir.

Gelgelelim, Berlin Duvarı’nın yıkılıp Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve hatta biraz daha öncesinden itibaren yirminci yüzyılda dünya halkları Amerikalılaşmıştır. Ancak bugün yirmi birinci yüzyılda bütün dünyada Amerikalılaşma temayülü olduğu için ‘dünya cenneti’nin sevdasına düşmek bütün dünya halkları için muhtemel olmuştur.

Dünya cennetinden kaçmak için her şeyden önce parayla olan münasebetimizi gözden geçirmeliyiz. Yine, herhangi bir makam/mevki mi bizi yüceltiyor; yoksa, biz mi bulunduğumuz makama değer katıyoruz, sorusuna hakkıyla cevap verebilmek mecburiyetindeyiz. Gündelik işlerimizi yaparken kendimize karşı dürüst olmalıyız. Yaptığımız dünyalık işlerde de ahireti gözetmeliyiz.

Tercihlerimiz, kararlarımız ve ortaya koyduğumuz irade ‘kapital’e mi hizmet ediyor; yoksa emeğin, alın terinin, özgünlüğün ve hürriyetin birer nişanesi mi?

Her şeyden önce iyi bir insan olarak ve kendimize edindiğimiz vesair prensiplerle hayatımızın muhasebesini yapmalıyız.

Biz, yeryüzünde dönen menfaatperest ve akçeli çarkın bir dişlisi miyiz; yoksa adaletsizliklerin, haksızlıkların, kul hakkı yemenin olağan olduğu bir düzenin dümenine çomak sokmakta marifet gösterebiliyor muyuz?

Bize bağışlanan nimetlerin şükrünü ne kadar gösterebiliyoruz ve mahrum kaldıklarımız için ne denli tevekkül edebiliyoruz? Dünya cennetinden kaçınıp ahiret hayatındaki cenneti hak edebiliyor muyuz? Ahlâkımız bizi dünya cennetinden kaçarak daha iyi, haysiyetli, erdemli ve vasıflı bir insan hâline getirebiliyor mu? Dünya cennetini bir Müslüman ya da ahlâklı bir insan olarak mevkimiz ve mevzimiz fark etmeksizin elimizin tersiyle itebiliyorsak o vakit bu topraklarda gerçek bir değişim için umutlanabiliriz.

Kategoriler
iktibas

islâm deklarasyonu

dünya, kan ve gözyaşı.

Kategoriler
cümle

dünya

dünya bir müskirat, sabaha uyanacağız.

Kategoriler
cümle

bir değirmendir bu dünya

şairin bildirdiği üzre bir değirmendir bu dünya.