Kategoriler
matbuat

Dijital Çağ

Dijital çağ denildiğinde akla ilk gelenler neler? Dijital çağın kapsamını hangi zaman aralıkları arasına sığdırabiliriz? Hâlihazırda içinde miyiz, yoksa gördüklerimiz ve yaşadıklarımız hâlâ gelmekte olan bir paradigmanın ayak sesleri mi? Bütün bunlar çağın ruhuna uygun olarak muğlak bir yerde duruyor. Bana kalırsa, Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle birlikte dijital çağın herkes kendi nispetinde bir parçası olmaya başladı. Olmaya da hâlen devam ediyor.

Nazarımda, dijital çağın çağrışımları şu şekilde: Birincisi, dijital çağın önceki bütün çağlardan farklı, bilinmeyen, alışılmayan yeni bir cismi olduğu hissiyatı; ikinci olarak metalin ve gri rengin parıldadığı bir çağ olma vasfı; son olarak da mütemadi bir erozyon hissi, özellikle de entelektüel düzlemde bir yoksunlaşmanın baş müsebbibi olma vaziyeti.

İlk durum sanıyorum ki dijital çağ özgü bir durum olmaktan çok yeni bir çağa ya da paradigmaya ait bir olgu. Yeni olan her şey alışılmadık ve bilinmeyendir. Yeni olan eğer büsbütün bir hayatı etkileme ve yön verme kudretine sahip bir paradigmaysa, bu hissiyat kaçınılmazdır. Hatta, bu hissiyat yeni olanın hakikiliğini test etmek ve anlamak için de pekâlâ bir ayraçtır.

İkinci çağrışım renk meselesi… Gerçekten de dijital çağa dair en ilginç bulduğum hissiyatlar arasında ‘gri’ renginin dijital çağ ile özdeşleşme hâli dikkatimi çekiyor. Neden gri? Dijital çağın elektronik kavramıyla bir arada, paralel bir şekilde anılır olması hiç şüphesiz metali ve rengi griyi yeni zamanın estetik kodlarında ön plana çıkarmıştır. Devrelere ve kablolara bağımlı elektroniğin dijital çağın içerisindeki hayati önemine şüphe yok. Fakat dijital çağda neden grinin ön planda olduğu sorusu üzerinde düşünülmeye muhtaç, hatta felsefe yapılması gereken bir soru. Kablonun iletken madeni ekseriyetle gri renktedir. Fakat rengi turuncuya çalan bakır ve tunç madenlerinin de dijital çağda yadsınamaz bir önemi vardır. Yine, kabloların iletken olmayan dış kısımları modern zamanda genellikle siyah ya da beyazdır. Hakeza, elektronik hemen hemen her devrenin içi yeşille donanmıştır. Dolayısıyla, dijital çağı griyle eşleştirmek için mantıklı hiçbir sebep bulunmuyor.

Buna rağmen, dijital çağ denildiğinde hemencecik akla gelebilecek robotlara ve uzaya dair bütün renklerde grinin kat’i hâkimiyetini görüyoruz. Bu sorgulamanın derinlikleri, bence toplumsal ve iktisadi bir küresel dünya düzeni gibi son derece felsefi ve politik dünyaların 19. Yüzyıl sonunda şekillenen yeni yapılarına dek uzanabilir.

Son olarak dikkatimi çeken kültür ve dijital çağın çatışma meselesi. Bu da ilginç. Bir defasında birisi dijital çağ ile ilgili bir toplantıda bir tespitten söz açmıştı: ‘Edebiyattan anlayan dijital çağa ayak uyduramıyor, dijital çağdan anlayan kimseler ise edebiyattan uzak.’ Evet, bu ciddi bir mesele ve kanaatimce de böyle bir durum söz konusu. Sadece ben edebiyatla sınırlı bir şekilde değil, bu durumu bir kültür meselesi olarak görmeyi yeğliyorum. Bu çatışma, sosyal bilimlerin meselesidir. Aynı zamanda, kültürel bir meseledir. Doğrudan teknoloji işiyle iştigal eden ve bu işten para da kazanan; hayatını teknolojik yeniliklere göre dizayn eden; yeni güncellemeleri ve versiyon yeniliklerini takip eden; yeni çıkan teknolojik ürünleri ilk önce test etme yarışında olan azımsanmayacak nicelikte bir zümre var. Somut olarak bu zümrenin kültürel ve sosyal bilimlerin meselelerinden hayli uzak olduğu genellemesinde bulunabiliriz. Öte tarafta, nedense, dijital çağa uyum sağlamak ya da en azından prim vermek, özellikle de entelektüel çevrelerde ve okuyan yazan kimseler arasında çoğu zaman yoksunlaşmanın yahut basitleşmenin bir nişanesi olarak görülme eğilimi var. Her hâliyle, bugün herkes ‘kendi nasibince’ dijital çağın bir parçası. Nasibi olmayanlar bile bir şekilde etkilerden azade değil. Dijital çağa dair felsefi alanda sosyal bilimlerin tartışması, kavramsallaştırmalarda bulunması gereken önemli bâkir bir alan duruyor.