
unutursun/hatırlarsın



şairin bildirdiği üzre bir değirmendir bu dünya.
inalcık’ın ardından şerif mardin de göçmüş. sosyal bilimler birer birer nefesini kaybediyor.
aslolan nefes, malûmât bulunur.
hayâllerdir mevcûdun azılı düşmanı.
zor olan gökyüzleri.
yıldızlar…
kara tahtalar üstüne dizili yıldızlar.
yıldızlar hep sözle mi doldurulmalı?
geceler…

bir gece yarısı, ansızın, o vakti unutmak mümkün mü?
iki vagon arasından kurgulanmış bir rüyâ. hiyeli hayâle katık etmiş, tam kumarbaz işi.
kim vardı, kim? hercai yüreğim.

Halil İnalcık’ın öğrencileri Hoca’nın bu sözcüklerine ve anlattıklarına aslında oldukça aşina. Sohbetlerimizin birinde İnalcık Hoca birdenbire durdu ve bu şekilde başladı konuşmasına: “Son zamanlarda beni sevindiren vatandaşlarımın Türkiye’de…”
“Dünyaca tanınmış” lafını açıklamak istiyorum, “neden dünyaca tanınmış?” diye söze başlayan Halil İnalcık Hoca, Batı’nın Türkiye tarihini alışılmış bir ‘Haçlı zihniyeti’ gibi küçümseme gayreti içinde olduğunu söylemişti. Ardından, son yıllarda çıkan bir kitaptan da bahseden İnalcık Hoca, Herbert Adam Gibbons’un “Osmanlılar büyük bir imparatorluk kuracak çapta değildiler. Kendilerine iltihak eden Hıristiyanlar, özellikle de Bizanslılar bu devleti kurmuşlardır.” söyleminin sürdürülmesinden şikâyet etmişti.
‘İlmi çalışmalar’ deyince İnalcık Hoca kısa bir dünya turuna çıkıyor. Balkanlar’daki ilgiden, son zamanlarda Arapların ilgisinden söz eden Hoca, Arapça ve Farsça’ya yapılan tercümelerden, – verildiğinde artık Bilkent’teki evinden uzaklara pek de gitmemeye başladığından gidip de alamadığı gün henüz hafızamda pek taze olan, Arap dünyasının Nobel’i olarak tanımladığı Kral Faysal Ödülü’nün İslam tetkikleri alanında kendisine verildiğini hatırlatıyor. Yine, elbette yabancı akademilerin tevdî ettiği üyeliklerden ve fahri doktoralardan…
Hoca’nın son sözleri belki de bir ömürlük gayretin en çok anlaşılmasını arzu ettiği kısmı: “Vazifemi yapmış bir insanın rahatlığı içindeyim. Batı’ya kendi milletimin, kendi devletimin tarihini şimdi öğretici vaziyetteyim.”
Konuşma kaydının tam tarihi ne yazık ki arşivimin özensizliği sebebiyle muamma. Ancak yanlış hatırlamıyorsam Hoca’nın vefâtından önceki bir sene içinde olmalı. Eylül-Ekim 2015 civarında olması kuvvetle muhtemel. Hoca’nın doğum günü vesilesiyle düzenlenen merasimden birkaç gün evvel de olabilir. Hızlandırılmış bölüm anlaşılacağı üzere özel bir telefon konuşması.
Rahmetli Halil İbrahim İnalcık Hoca’nın vefât günü devrileli bir yıldan fazla oldu. Hoca’nın kendi sesinden ‘vatandaşlarına hitabı’ onu özleyen öğrencileri için kısa bir yolculuk olur, temennisiyle.


nitekim, inanmak görmediğine olduğunda hakikidir. görülene imân olunmaz, o ayân beyândır.
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثٖيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخٖيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَحٖيمٌ
Diyanet Meali:49.12 – Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.
Hucurat, 12.
“İnsan, kendisini, ötekini, etrafında olup biteni anlamak için, başkalarıyla iletişim kurmak için, duygu ve düşünceleri anlatmak için, kötülüklerin önüne geçip iyilikleri yaygınlaştırmak için, bir ideali yaymak için, rüyasını gerçekleştirmek için, dünyasını ortaya koyabilmek için, anlamak ve anlaşılmak için, kendini onarmak için, düşüncelerini görünür kılmak, düzene sokmak ve bir disiplin içinde düzenlemek için gibi pek çok nedenle yazı yazar. Yazı sadece kendini anlamak, yüzleşmek değil, başka yüreklere dokunmak, başka yüreklerde serüvene çıkmak, başka insanların rüyasını görmektir. Ötekinin dünyasını anlamak, aktarmak çabasıdır.”
Necip Tosun, “Yazı ve Hayat”. İtibar, Ağustos 2017.
sükût, her vakit ikrâr değildir.
anlamak – yalnız ve yalnız bir zann’dır.
istanbul fazla özletiyor kendini.
içinde iken daha çok bütünleştiriyor. o taşın yüzeyindeki kavis, biliyorsun ki ellerin de değdiği için yoğrulmuş. istanbul’un taşları ellerinde ipeklenmiş. vaziyet bu olunca kent ve aidiyet üzre kurduğun ilişki de başkalaşıyor.
kentin sokaklarını arşınlarken yere ne denli sağlam bastığını hissetmekle alakalıdır biraz da kentle kurulan ilişki. müdavim ve misafir olmak arasında beliren cesaret ve çekingenlik arasında kurulur kentlilik, yerlilik ve aidiyet daireleri.
öyle ki ben geçmişte tek başına hatrıma bile düşmeyen parçaları okşamayı pek özlemişim. binbir köşeye saçılmış parçaların var ettiği bütünü.
gel artık, diyor.
‘gel’ demekle kalmıyor. yüreğimden kopan bin parça ‘git artık’ diyor.
su eyvallah gibidir. su içelim.


